top of page

YAS BİZİM İÇİN NASIL BİR SÜREÇ?

  • aysapsikolojiveaka
  • 25 Haz
  • 4 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 3 Tem

Kaybetmek, insan yaşamının kaçınılmaz parçalarından biridir. Bir yakınını, bir ilişkiyi, bir anlamı ya da bir kimliği kaybetmek bireyde yoğun bir duygusal çalkantıya yol açabilir. Yas süreci, bu kaybın psikolojik olarak işlenmesi ve yaşamın yeniden anlamlandırılması açısından oldukça önemlidir. Psikiyatrist Elisabeth Kübler-Ross tarafından geliştirilen beş aşamalı yas modelinin zaman içinde genişletilerek altı adıma dönüştüğü görülmektedir: inkâr, öfke, pazarlık, depresyon, kabullenme ve anlam yaratma. Bu süreçleri şimdi birlikte inceleyelim:


1. İnkâr (Gerçeği Askıya Alma)


Yas süreci çoğu zaman inkârla başlar. Birey yaşadığı kaybı kabullenmekte zorlanabilir ve zihinsel olarak bu gerçekliği askıya alabilir. “Bu olamaz”, “Yanlış anladım” gibi ifadeler, bu evrenin dışa vurumları arasında yer alabilir.


Araştırmalar, inkârın kısa vadede bireyi koruyucu bir işlev görebileceğini öne sürmektedir. Örneğin Bonanno (2004), inkârın psikolojik şokun ilk evresinde, bireyin uyum kapasitesini geçici olarak koruyabileceğini belirtir. Ancak bu evre uzun sürerse, duygusal bastırma mekanizmalarının devreye girmesiyle birlikte travmanın kronikleşmesi riski ortaya çıkabilir. Bu nedenle, birey bu aşamada gerçeği yavaş yavaş sindirmeye başlıyor olabilir.


2. Öfke (Kaybın Hedefini Arama)


İnkâr evresinden sonra birey, çoğu zaman yönünü öfkeye çevirebilir. Bu öfke bir kişiye, bir sisteme, Tanrı’ya ya da kaybın doğasına yöneltilebilir. "Neden ben?", "Bu haksızlık!" gibi cümleler bu dönemin duygusal ifadesi olabilir.


Psikodinamik kuramlar, öfkenin yas sürecindeki en doğal duygulardan biri olduğunu öne sürer. Freud’a göre yas, bireyin benlik yatırımlarını geri çektiği ve duygusal bağları yeniden yapılandırdığı bir süreçtir. Öfke bu ayrışmanın sancılı bir ifadesi olabilir. Aynı zamanda Lazarus’un (1991) bilişsel değerlendirme kuramına göre, öfke bireyin olayları adaletsiz veya kontrolsüz algılamasıyla tetiklenebilir. Birey bu aşamada öfkeyi yaşarken, aslında altında yatan derin çaresizlik duygusuyla da baş etmeye çalışıyor olabilir.


3. Pazarlık (Durumu Geri Çevirme Umudu)


Yas sürecinin üçüncü aşamasında birey, kaybın sonuçlarını geri döndürmek veya etkisini azaltmak adına kendiyle ya da bir inanç sistemiyle pazarlık etmeye başlayabilir. “Keşke böyle yapmasaydım…”, “Tanrım, yeter ki geri gelsin, bir daha asla…” gibi ifadeler bu dönemde sıkça gözlemlenebilir.


Pazarlık aşaması, bireyin durumu kontrol altına alma çabası olarak da yorumlanabilir. Janoff-Bulman (1992), insanların travmatik olaylar karşısında “adalet inancını” koruma eğiliminde olduğunu vurgular. Bu evrede birey, geçmişteki eylemlerini değerlendirerek, yaşanan kayba anlam bulmaya veya suçluluk hissini hafifletmeye çalışıyor olabilir.

Bu aşamada bireyin “keşke”leri bir yandan iyileşme sürecine katkı sağlayabilirken, diğer yandan pişmanlıkla birleştiğinde duygusal yük artabilir. Bazı bireylerde bu evre hızlı geçerken, bazıları bu pazarlık durumunda uzun süre kalabiliyor olabilir.


4. Depresyon (Gerçekliğin Ağırlığıyla Yüzleşme)


Yas sürecinin dördüncü aşaması, kaybın gerçekliğiyle derin bir duygusal yüzleşmeyi beraberinde getirir. Birey yaşadığı kaybın dönüşsüz olduğunu içselleştirdikçe, umutsuzluk, yorgunluk, motivasyon düşüklüğü ve sosyal geri çekilme gibi belirtiler yaşayabilir. Bu dönem sıklıkla depresyon olarak adlandırılır; ancak bu klinik bir tanıdan çok, bir duygusal yoğunluk olarak düşünülmelidir.


DSM-5’e göre, yas depresyonu ile klinik depresyonun ayırt edilmesi önemlidir. Yasla ilişkili depresyon daha çok kayıpla sınırlı olabilirken, klinik depresyonda genelleşmiş umutsuzluk ve kendilik değeri kaybı görülebilir. Yapılan araştırmalar, bu evrede sosyal destek alan bireylerin yas sürecini daha sağlıklı tamamlayabildiklerini ortaya koymaktadır.


Bu aşamada birey içe dönebilir, kendini sorgulayabilir ve yaşamının anlamını yitirmiş gibi hissedebilir. Ancak bu yüzleşme, aynı zamanda kabullenmeye geçişin bir ön adımı olarak da görülebilir.


5. Kabullenme (Gerçeği İçselleştirme)


Kabullenme aşamasında birey, yaşanan kaybın yaşamının bir parçası olduğunu anlamaya ve içselleştirmeye başlar. Bu evrede duygular hâlâ mevcut olabilir, ancak artık onları yönetebilme gücü yavaş yavaş ortaya çıkabilir.

Kabullenme, pasif bir boyun eğme değil; aktif bir farkındalık geliştirme süreci olabilir. Parkes ve Prigerson (2010), bu aşamanın bireyin hayatını yeniden organize etmeye başladığı bir eşik olduğunu savunurlar. Rutine dönme, işlevselliği kazanma ve yeni ilişkiler kurma eğilimleri bu dönemde gözlemlenebilir.

Birey, kabullenme aşamasında kendine "Bu durumla yaşamayı öğrenebilir miyim?" sorusunu soruyor olabilir. Bu soruya verilen cevaplar, bireyin psikolojik direnciyle bağlantılı olabilir.


6. Anlam Yaratma (Yeniden İnşa ve Dönüşüm)


Altıncı aşama olarak tanımlanan "anlam yaratma", bazı modellerde yas sürecinin doğal bir devamı olarak görülmektedir. Bu aşama bireyin yaşadığı kaybı, hayat hikâyesi içinde anlamlı bir yere oturtma çabasıyla ilgilidir.

Neimeyer (2001), yas sürecini bir anlam arayışı olarak değerlendirir ve bireyin kaybı yeniden yapılandırarak yeni bir yaşam senaryosu yazabileceğini öne sürer. Bu aşamada birey, kayıpla gelen boşluğu bir değer, bir amaç ya da bir içsel bilgelikle dolduruyor olabilir. Örneğin bir kişi, sevdiği birini kaybettikten sonra onun adına bir sosyal sorumluluk projesi başlatabilir ya da hayatının önceliklerini yeniden düzenleyebilir.

Bu anlam yaratma süreci herkes için gerçekleşmeyebilir. Bazı bireyler yas sürecini kabullenme ile sonlandırabilirken, bazıları için kayıp, bir dönüştürücü güce dönüşebiliyor olabilir.

Sonuç olarak, altı adımlı yas süreci, bireyin bir kaybı duygusal, zihinsel ve davranışsal düzeyde işleyişine dair oldukça zengin bir çerçeve sunar. Ancak bu süreç, sabit ve doğrusal değildir. Bazı bireyler bir aşamada daha uzun kalabilir, bazıları bazı aşamaları hiç yaşamayabilir ya da geriye dönüşler yaşayabilir.

Bireyin yas sürecini nasıl algıladığı; kişilik yapısı, bağlanma biçimi, sosyal destek ağı, kültürel değerleri ve önceki yaşam deneyimleriyle yakından ilişkili olabilir. Dolayısıyla her bireyin yas süreci öznel bir deneyimdir ve tek bir “doğru yol”dan söz etmek mümkün değildir.

Yas süreci, her ne kadar acı verici olsa da bireye kendi içsel gücünü keşfetme, ilişkilerini değerlendirme ve yaşamına yeni anlamlar katma fırsatı da sunuyor olabilir. Bu süreci anlamak hem bireysel hem de toplumsal düzeyde iyileşmeyi destekleyecek güçlü bir adımdır.


Elif Nur Erdem


 
 
 

Comentários


bottom of page